21.12.2013

ben böyle miydim?

yeni birileriyle tanışmaktan ve yeni ortamlara girmekten ölesiye nefret ederken aynı zamanda hayatıma birilerini sokmayıda seviyorum. gerçek yüzlerini görmediğim o kısacık zaman diliminde ne kadar mükemmel biri olduklarını düşünüp, kafamda yarattığım çerçevedeki halleriyle mutlu olmak çok hoşuma gidiyor. zaten bir insanı en çok sevebileceğim nokta da o oluyor, birbirimizi tanımadığımız o kısacık donem. doğaüstü yetenekleri varmış gibi abartıp, muhteşem insanlar haline getiriyorum bir nevii. çünkü herkesin tanımadığı insanlara anlatacak çok şeyi olur benimde öyle, mesela onlar tanıdığın insanlar gibi aynı şeyleri anlatmandan şikayet etmezler, hoşuna giden şeyleri tekrar tekrar anlatırsın dilediğince özgürleşirsin konuşurken, kelimelerle oynarken. Hikayene ortak edersin, onunkine ortak olursun. vicdan rahatlatma terapisi bile olabilir yerine göre; kızdıklarına küfreder, pişmanlıklarından özür dilersin. en azından daha cesur olursun çünkü ne yargılama olur ne sorgulama ne beklenti ne kasıntı..belli biryere kadar çok iyidir ama konuştukça, tanıdıkça onlarında diğer herkes gibi olduğu ortaya çıkana kadar... farkediyorum ki bu yaşadığım sadece bir illüzyon. yeni olmanın sağladığı ilginçliği kaybedince onlarda bana hiçbirşey katmayacak olan insanlar listesine giriveriyor.. garip olansa bunu bilip hala bu döngüden vazgeçemiyor olmak.

9.11.2013

Umut

Şu sıralar istikrarlı olarak yaptığım tek aktivitenin beklemek olduğuna karar verdim. Başlarda sadece sınavlar bitsin diye bekliyordum ve bu beni ayık tutuyordu. Her şeyimi buna fikslemiştim ve asla bitmeyen sınavlar beni sürekli umutla beklemeye itiyordu. Kafam bunlarla meşgulken diğer her şeyle daha az ilgileniyorum o yüzden ben de daha fazla beklemeye başladım. Sabah olmasını, derse gitmeyi, dersin bitmesini, sonra okulun bitmesini, mezun olmayı. Bittiğinde değecek bir şey olacağından değil, sadece bittiğinde o minik rahatlama duygusunu bekliyordum aslında en çok. Ama bazen, belki de artık bu oyundan da sıkıldığımdan, yada bekleyecek bir şey kalmadığından boşluğa düşüyorum. Bazen o kısacık rahatlama yetmiyor ve "ee nolacak şimdi" diye bakıyorum etrafa. Hevesle beklediğim ve istediğim bir şey yok. Olanlar ise artık beni mutlu etmeye yetmiyor. Genel olarak bomboş ve hatta bombok hissediyorum. Geçsin diye bekliyorum herşeyi, ironik aslında, geçmiyor. Ama artık bu şekilde yürümediğinin de farkındayım..

4.11.2013

sıkılıyorum ben

Çok sıkılıyorum. Hatta mütemadiyen sıkılıyorum.
Mutlu değilim ama mutsuz da sayılmam. Konuşmak istiyorum sabahlara kadar ama aynı zamanda susuş krizlerine girmek, saatlerce hiç konuşmadan oturmak istiyorum. Alkol sevmem ama sarhoş olmak istiyorum. Uyuşuğum, üşengecim ama bedenimin sınırlarını görmek, sabahlara kadar koşmak, gece yarısı sokakta dans etmek istiyorum. İyi yüzemiyorum belki ama deniz görünce dayanamıyorum. Zayıfım ama yemek yemeyi seviyorum. Herşeyin tadını almak, herşeyden tatmak istiyorum. Belki önüme koysalar burun kıvırırım çoğuna ama benim tatmin olma şeklim onları tadacak yeteneğe, güce yada herneyse ona sahip olmak. Yani yediğimde, olduğumda yada yaptığımda değil bunu yapabilecek şeye sahip olduğumda tatmin oluyorum ben. Herşeyi öğrenmek, görünenin arkasındaki gizli gerçekleri görmek istiyorum ama şüpheciyim. Asla emin olmamak yiyip bitirebilir beni, ama olsun, bilmemenin yanında lafını bile etmem. Ciddiyeti seviyorum ama saçmalamaktan da vazgeçemem. Arada mantıktan uzaklaşmak iyi geliyor bünyeye. Mantıklı kelimeleri birleştirip anlamdan uzak cümleler kurmanın zevki çok başka. En çokta yazmak istiyorum mesela, dünyayı yazmak, hayatı yazmak istiyorum..

21.10.2013

Bir türkü tutturmuşum

Bir ayrılık türküsünü dinlemenin yaşı var mıdır, Ne kadar büyümeliyiz gerçek bir türkü için, ne kadar beklemeliyiz, Aynı şeylere bağlanmaktan körelmiş ruhumuzu döndürebilir miyiz yaptığımız hataların tek sebebinin "çocukluk" olduğu günlerdeki haline, Bir kalbi ne zaman veresiye değil de gerçekten alabiliriz, Ne kadar daha yaşasak bir bulaşık deterjanından bile daha gereksiz olduğumuzu kabullenebiliriz, Kendimizi ne ölçüde sevmeliyiz birinin bize inanabilmesi için,  Aslında çok düşündüğümüzü anlatmanın bir yolu olabilir mi günlerce düşünmeden, karanlığa, karamsarlığa düşmeden de, Gece bitmesin diyerek geceyi yaşadıkça sabahı daha hızlı getirdiğimizi söyleyebilir miyiz soğuk kanlılıkla, Hiçbir şey bilmediğimiz zamanları özlediğimizi, ara sıra yaşadığımız bilinç kaybını nasıl açıklayabiliriz, Söylediklerimizi yapamayışımızı, güçlüyüm maskesiyle dolaşıp içinde binlerce parçaya bölünürken aslında güçlünün de yıkılması için ters yönden gelen birkaç rüzgar darbesinin yeterli olduğunu farketmeyişimizi, İtiraf edebiliyor muyuz görmezden gele gele uzaklaştığımızı, bize benzemeyenlere yabancılaştığımızı ve söyleyecek şeyleri bulmak için gittiğimiz anılardan bir daha dönemediğimizi. Türkülerle anlatabilir miyiz sahiden bunları?

19.07.2013

sorular, sorunlar..bla bla..


Hep derler ya önemli olan ne kadar süre yaşadığın değil ne kadar mutlu yaşadığın diye, peki bundaki ölçüt nedir? Kaç mutlu anın varsa mutlu yaşamış varsayılıyorsun? Üzüldüğün zamanlar mutlu olduklarından az olduğunda mı mutlu bir hayat sürmüş oluyorsun? Bana kalırsa insan mutluyken ders çıkaramaz ne olaylardan ne de yaptıklarından, ve ders alınmamış bir hayat birilerinin bastonuyla geçirilmiş sözde mutlu hayat ne kadar mutlu olunursa olunsun özünde boş geçirilmiştir.
Aslında hayat hem karmakarışık hemde bir o kadar yalın. Bazen çarşıda yürürken durup etrafa bakınıyorum. Herkesin bir telaşesi var, herkes biryere yetişmeye çalışıyor, zamanı kaçırmamaya, bir köşesindende olsa hayatı tutup yakalamaya.. Kimiside boşvermiş, aylak aylak yürüyor, “ geç “ diyor zamana, “ beklentim kalmadı artık senden.“  Belkide saklanıyor oda birşeylerin arkasına. Gücü yok savaşıp mücadele etmeye, öyle ya her insan aslında bir parça mazoşisttir, sever kendine acı çektirmeyi . Düştüğünde ayağa kalkmak büyük meziyettir insanoğlu için çünkü acıların arkasına saklanıp bunları bahane olarak öne sürmek kolaydır. Kolayı seçeriz bizde herkes gibi, doğru olmadığını bilsekte bazen..

15.06.2013

neden?

Öyle anlar geliyor bazen her şeyden kaçmak uzaklaşmak istiyorsun, arkana bakmamak, bir kez olsun geride kalanları düşünmeden, herşeyi görmezden gelip rüzgarın estiği yöne doğru koşmak, senin için rutin hale gelmiş herşeyden tüm zorunluluklardan, omuz ağrıtan sorumluluklardan kaçmak. Öyle anlar geliyor ki bazen yalnız kalmak, rahat bırakılmak, hiçbir şey yapmamak istiyorsun sadece. Ama hayat göz kapaklarının arkasında akıp giderken hiç de durup beklemiyor senin soluklanmanı zorla ayırıyor adeta birbirine hasret kalmışçasına kapanmak isteyen göz kapaklarını birbirlerinden. İşte o bazen evrendeki herkesten kaçmak istiyorsun, bazende sarılıp sebepsizce ağlamak babana. Bu ruh hali bu geçmeyen baş ağrıları bunlar çok neyin cezası bu anlamsız anlamsızlıklar kurallar insanların senden bağımsız oluşturduğu düzen, etiketler arasında, içi boş değerler arasında kaybedilmiş kimlikler. Bu siyahlık neden bu sis neden aklından göğüs kafesine yayılan? Tek çare uyumakmış gibi hissetmek neden?

23.04.2013

Hayatımın iplerini elime almaktı tek derdim.
Olmadı.
Artık sadece zaman diyorum geleceği düşününce, sadece bekleyiş, sadece akıntıya bırakabilmek kendini..
Kadere inanıyorum artık.
Herşey olacağına varıyor, çabalıyorsun, cebelleşiyorsun, uğraşıp didiniyorsun, hayat denien bu karmakarışık yapı yine kendi içinde bir yöne doğru oluşumunu sürdürüyor.
Ama olurken kişiye binbir tecrübe, binbir yaşanmışlık ve binbir varoluş acısı hediye ediyor.
Ne garip..ama ne kadar yalın.

4.04.2013

Biliyor musun?

Çünkü beni bilmiyorsun, tanımıyorsun. Hangi müzikleri sevdiğimi, hangileri dinlerken aklımdan nelerin geçtiğini, neden bir anda kahkahayı basarken hemen ardından gözlerimin dolduğunu, neden yüzümün asıldığını, üzüldüğümde ne yaptığımı bilmiyorsun. Hayır, üzüldüğümden değil, üzüldüğümde hiç yanımda olmadığından. Çünkü sen beni hiç tanımıyorsun. Gün boyu dalıp gidip kafamda ne tür hastalıklı düşüncelerin geçtiğinden haberin yok. Biryerlerde yürürken, mendil satma çabası içinde soluk gözlerle yüzüme bakan insanlar,çocuklar gördüğümde kendimi ne kadar berbat hissettiğimi bilmiyorsun. Yürüyemeyen bir insan gördüğümde yanından yürüyerek geçerken ne kadar utandığımı, bacaklarımdan ne kadar nefret ettiğimi bilmiyorsun. İnsanların kurduğu bu 'kusurlu' saçma düzenden ne kadar nefret ettiğimi, içten içe ne kadar sorguladığımı bilmiyorsun. Bilmiyorsun ne kadar nefret ettiğimi; yaşayabilmek için param olması gerektiği fikrinden, her sabah neden okula gittiğimden, bir türlü ileride mutlu olabilmem için neden o soruları çözebilmeme gerek olduğunu kendime açıklayamadığımdan. Her sabah gözlerimi açtığımda yorganımı bırakıp yorgunluğuma sarıldığımı, nasılsın sorusuna iyiyim derken neden iyi olmadığımı kendim de bilmediğimden o sırada içimde oluşan kaçıp gitme isteğini bilmiyorsun. Tabiki kızmıyorum. Bilmiyorsun, bilmeyebilirsin, bilmek zorundada değilsin. Sadece ben, senin bildiğin ben değilim.

28.03.2013

-

Okuduğun bir kitabın gittikçe uzadığını düşün. Sonunu bulamayacak durumdasın, sıkıldın ve artık tamamen ne olacağını görmeye odaklandın. Sayfaları atlamak istiyorsun. Çünkü ortalardaki her şeyin tamamen gereksiz saçmalıklardan ibaret olduğunu düşünüyorsun. Sonu gelmiyor. Her harf biraz daha uzuyor, her cümle biraz daha anlamsız gelmeye başlıyor. Bıktın mı yeterince. Muhtemelen büyük umutların vardı başlarken. En başında, ya birinden duymuştun ne kadar iyi olduğunu ya da bir yerlerde görmüştün ne kadar iyi olabileceğini. Beklediğin gibi çıkmadı, bıraktın. Bir filmi izlemeye başlıyorsun sonra. Konu cazip gelmişti başta ama film sıkıyor. Başrol oyuncusu insanı irrite ediyor. Atlamak istiyorsun ama bir şeyler kaçırabileceğin düşüncesindesin. Bekliyorsun. Monotonluk yerleşiyor bir şekilde. Kapatıp uyumak istiyorsun. 2 saatini boşa mı harcadın yani. Böyle hissetmemek için sonuna kadar izlemeye kararlısın ama konu hiç sarmıyor, aktörler cazip gelmiyor. Beklediğin gibi çıkmadı, bıraktın. Sonunu görmek bile istemiyorsun yani. Çünkü sıkıyor, bir nevi canını yakıyor, bırakıyorsun, etrafında istemiyorsun. Sonra biriyle tanışıyorsun. Tanımamışlığın verdiği o heyecanla ne kadar da cazip geliyor. En başından beri her şeyin artık daha iyi olacağına inanıyorsun. Onsuz olma düşüncesi anlamsız geliyor. Ama zamanla bir şeyler değişiyor. Gördükçe daha çok seviyorsun aslında. Tanıdıkça daha da çok bağlanıyorsun. Bağlandıkça bir şeyler bekliyorsun. Beklentiler hep can yakıyor. Sevmeyi bırakamıyorsun. Yanında olmamayı da beceremiyorsun. Her defasında biraz daha fazla canın acıyor. Artık sana iyi gelmiyor. Yani sıkılmıyorsun, bıkmıyorsun ama üzülüyorsun. Garip bir duygu ya bu, sevdiğine inanıyorsun. Hastalıklı bir şey. Sana göre değil. Eğer sıkılsaydın, kendiliğinden bırakacaktın, şimdi aynı şeyleri defalarca yaşıyorsun. Sadece onunla olmak için mutsuzluğu tercih ediyorsun. Böyle hissetmeye alışmak var sonunda. Aldırmıyorsun. Böyle bir sevgiden asla sağ çıkamıyorsun. Ya onun yanında olup ölüyorsun ya da ona yakın olmayıp daha kısa sürede ölmeyi umuyorsun. Ama eğer bunu bir daha yaşıyorsan, yani en azından yaşadığını hissediyorsan, asla ilk şıkkı seçmiyorsun. En azından hayal kırıklığına uğramamak için. Uzak olmak kötü ama yakın olmayı da göze alamadığın için...

18.03.2013

Ben daha çok küçükken;

Küçüğüm..

İlkokul yılları.. Belkide daha ilkokula gitmiyorum bile..Oturduğumuz evin yakınlarında oynamak için can attığım iki salıncak, kaydırak, tahteravalli ve birde barfiks grubundan oluşan bir çocuk parkı var. Evimiz parkın tam karşısındaki sokağın sonlarına doğru...

Parka gidiyorum, üzerimde elbise var, beyaz elbise hemde (Elbisemle gurur duyuyorum çünkü kendi etrafımda hızla döndüğümde havalanan etekleri balerin kıyafeti gibi oluyor.) Elbisemi o kadar çok seviyorum ki birde yanında kırmızı çantam var sanki çevremdeki kimsenin bu kadar güzel elbisesi yok!

En sevdiğim şey salıncaklara binmek parkta. Şimdi bile sallanan birşeylere bakamayan benim, o zamanlarda da başım dönüyor salıncağa bindiğimde, midem bulanıyor..Ama hızlı, daha hızlı, çok hızlı sallanmaya bayılıyorum..

Yine salıncağa bineceğim, ama salıncaklar dolu. Her bir salıncağın başındaysa birkaç çocuk var binebilmek için sıra bekleyen. Nefret ederim beklemekten ki o zamanlar daha da nefret ediyorum. Hiç değişmemiş huyum. Eve gidip mavi renkli, atlaya atlaya ipince olmuş ipimi alıyorum, barfikslere kendim için salıncak kuruyorum. Çok gururluyum! çünkü diğer çocuklar amele gibi sıra beklerken ben kendi yaptığım salıncakta hızlı hızlı sallanıyorum. Hemen etrafıma birkaç çocuk geliyor, "Bizde binelim mi bizdeee?" diye yalvarıyorlar. Benimse mutluluktan gözüm hiçbirşeyi görmüyor. Daha da, daha da hızlanıyorum.. Ama tepe noktadayken çürük ip kopuyor. Dizimi parkı çevreleyen kaldırım taşlarına çarpıyorum.. Kıpkırmızı kan fışkırıyor dizimden. Beyaz elbisem kan içinde, arkamda mahallenin çocukları evin yolunu tutuyorum. Çocuklardan biri "Çok kanıyor" diye dizimin halini gösterene kadar ne acımı hissediyorum, ne ağlıyorum. Ne zaman elleriyle beni gösteriyorlar, o zaman feryadı basıyorum.

Bugün, geriye kapı açan annemin neye uğradığını şaşırmış hali, dizimdeki yarığa sürdüğü tendürdiyotun keskin kokusu, elbisenin leğende basıldığı suyun kıpkırmızı hali, birde annemin, "Çürük ipten saıncak yapmış, mahallenin tüm çocukları peşinde,kan içinde eve geldi" diye anlattığı anısı kaldı o günün.

Büyüdüm..

Şimdi görüyorum ki ne zaman sevinsem, ne zaman başkalarının imrenerek baktığı, gurur duyduğum, çok ama çok mutlu olduğum birşey yapsam, tam en tepe noktadayken kopuyor ipim. Kan revan içinde kalıyorum en sevdiğim elbisemin içinde. Parmaklar beni gösterene kadar acımı içime atıyorum, ne zaman ki birisi yarama dikkat çekecek olsa, işte o zaman kendimi hiç tutamıyorum....